2 Haziran 2015 Salı

Körler Ülkesi

Eğimli bir kayanın üzerine oturmuş bir sigara yakmış batmakta olan güneşi seyre dalmıştı.
Önünde, hemen ayaklarının dibinde deniz, arkasında şiddetlenmeye meyilli bir Poyraz vardı. Martılar Denizin üzerindeki beyaz köpüklerle dans ediyordu. Elindeki şarap şişesine baktı, Dionysos’u düşünüp gülümsedi ;  “bütün ölen ve yeniden dirilen tanrılar adına” diye mırıldanarak birkaç yudum içti .
Üzerinde oturduğu kaya, Delphi Kahini’nin bir zamanlar kendisinden kehanet dilenen  Megaralı Byzas’a tarif etmesine bakılırsa Körler Ülkesi’ndeydi. Gözlerini biraz oğuşturdu.  Byzas’ın kurduğu şehre daha dikkatli bir şekilde baktı. Byzas bu yerde kendisinin göremediği neyi görmüştü acaba. Belki de peşisıra sürükledi insanlarla birlikte İnek Geçidi’nden  geçmekten korkmuş, Körler Ülkesi’ni aramaktan yorulmuştu. Nihayetinde onlar Argos Gemicileri değildi. Kendi gemilerinde Herkül, Perseus, Orpheus gibi yarı tanrı yarı insan kahramanlar yoktu. Megaralı basit balıkçılar, kadınlar ve çocuklardı Byzas’ın dostları !
Zaten Khalkedon’ da Megaralılar kurmamışmıydı sanki. Byzas’dan 17 yıl önce gelip bugün Moda olan yere şehirlerini kurduklarında tarihin en meşhur kehanetlerinden birisine leblebi olacaklarını nereden bilsinlerdi. Hem o zaman Chalkis henüz Kurbağalıdere de olmamıştı !

Derken arkasından birisinin yaklaştığını farketti. Çıplak ayaklarıyla kayaların üzerinden zıplayarak O’na doğru gelişinin sesini duydu. Dönüp baktı. Küçük bir kız çocuğu bir eliyle kirli uzun saçlarını gözlerinin önünden çekerken diğer eliyle de bir paket selpak uzatıyordu.  Bir anda gözlerini yaş bastı. Sigarayı denize fırlattı, şişeyi bıraktı ve iki elini gözlerine doğru bastırdı. Birkaç kere kesik kesik yutkundu. Gözleri ıslanmış ve her şey bulanıklaşmıştı. Küçük kızın uzattığı mendili aldı. Ağzını ve gözlerini sildi. Sonra yine engelleyemediği kısa bir ağlama krizine girdi. Gözlerini kapattı. Tekrar Açtı. Bir yudum daha içti. Kendini tutamadı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Arkasındaki poyraz durdu. Köpükler silindi. Martılar çekildi. Güneş battı. Hava karardı…

Küçük kız yanındaki kayaya oturmuştu.
Kırık Türkçesiyle "Aglama" dedi küçük kız.
"Üzgünüm" dedi Adam İstanbul Türkçesiyle !  
  " Gidim mi ?"  dedi kız.
  "Kal" dedi adam .
"Sen kal ! Ama benim gitmem lazım"
   "Nere" dedi küçük kız
   " Bilmiyorum" Biraz sustu . Karşısındaki Der-i Saadet'e baktı.

"Yunanistan’da antik bir şehir ve o şehirde eski bir tapınağın kalıntıları var. Nereye gideceğini bilmeyen yolcular gidip o tapınağa danışırlarmış."

    Çocuk anlamaya çalışır gibi başını sallamıştı.
Arapça ya da Kürtçe bir şeyler söyledi! 
Eliyle  "anlat anlat" der gibi bir işaret yaptı !

Adam dilini konuşmayan yeni dinleyicisine bakıp gülümsedi.
Bir yudum daha aldı şarabından, bir sigara daha yaktı .
Anlatmaya başladı .